İsrail göz göre göre sivilleri katlediyor, hava saldırılarının cehenneme çevirdiği Gazze’de her 15 dakikada bir çocuk ölüyor. Tarihin en gaddarca yıkımı, çocuk katliamı ve soykırımı Gazze'de yaşanıyor. Siviller bomba sesleri altında ölümü bekliyor, çocuklarsa savaşın ortasında çaresiz bırakılıyor.

İsrail'in Gazze'de saldırısı dur durak bilmeden devam ederken, içimizdeki birtakım çevreler Gazze savaşı nedeniyle “Bizim Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta ne işimiz var?” diye söylenmeye başladılar bile…Aynı mecradan servis edilen bu söylemler sosyal medyada hızla yayılmaya başladı…

Peki, Gerçekten Gazze Bizim Neyimiz Olur?

Ülkelerin resmi sınırları olduğu gibi bazı ülkelerin etki alanları siyasi sınırlarının çok ötesindedir. Hiç şüphesiz ki Türkiye etki alanı siyasi sınırlarının çok çok ötesinde olan ülkelerden biridir. Gerçek şu ki dün bu toprakları kaybetmiş olsak ta Kudüs başta olmak üzere, Şam, Halep, Kahire, Gazze bizim gönül coğrafyamızdır. Bu nedenledir ki oralar bizim için her zaman önemlidir ve önemli olmaya da devam edecektir.

Peki, Gazze’nin bizim gönül coğrafyamız olmasından başka bir anlamı yok mu?  Elbette ki çok büyük anlamı var. Çünkü Türkiye’nin güvenliği aslında Gazze’den başlamaktadır.  İsrail’in hangi ülküyle kurulduğunu anlarsak Gazze’nin bizim için neden önemli olduğunu Türk devletinin neden bu konuda bu kadar hassas davrandığını daha iyi idrak edebiliriz belki.

İnsan hayatı 80-90 sene gibi kısa bir zaman diliminde olsa da, köklü değişiklikleri hazırlayan koşullar bazen asırlar sürebilir. Güçlü ve tecrübeli milletler ve devletler bilirler ki insan hayatına nazaran milletlerin tarihinde asırlar bazen göz açıp kapayıncaya kadar gelir ve geçer. Toplum irfanı ve devlet aklı bu tecrübeleri kaydeder, ders çıkarır. Bu tecrübeyi en fazla içselleştiren milletlerin başında hiç şüphesiz ki Türk milleti gelmektedir.

İsrail Devletinin Sınırları Nereden Başlıyor Nerede Bitiyor…                                 

Yukarıdaki 1947 tarihli haritaya baktığımızda yeşil olan bölge Filistin topraklarını gösterirken Beyaz olan yerler daha çok Yahudi yerleşimcilerin olduğu yerleri göstermektedir. Zaman içinde İsrail’in Filistin topraklarını nasıl işgal ederek yuttuğu net bir şekilde görülmektedir. Bu sebepledir ki İsrail Devletinin bugün bile sınırları net değildir.

İsrail Devletinin sınırları nerden başlıyor, nerede bitiyor? İsrail Devleti 1948 de kurulmasına rağmen hala sınırları net bir devlet değil. İsrail Gazze’yi alsa hedefleri bitecek mi? Hayır tabi ki..

Burayı ele geçirmek onlar için hedeflerine ulaşacakları yolda sadece bir bölgeyi ele geçirmekten ibaret. Gazze onlar için küçük mesele. Onlar için asıl mesele Büyük İsrail’i kurmak çünkü büyük İsrail Krallığını kurarak Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olacak.

Büyük İsrail Devleti ve Arz-ı Mev’ud (Vaat Edilmiş Topraklar) Söylemi !!!

 Çok kişi “Büyük İsrail” kavramını duymuştur ama çok az kişinin bu kavramın tarihsel ve siyasal arka planını bildiğini sanıyorum.

Bugün Ortadoğu’da ve Türkiye’de pek çok kişinin yürekten inandığı “Büyük İsrail” projesinin dayandığı iddia edilen “Arz-ı Mevud” yani “Vaat Edilmiş Topraklar” meselesinin dinsel referansı Tevrat’taki “içinden süt ve bal akan topraklar” ve “Kenan Diyarı”’ ifadeleri. (Çıkış 3:8)’e göre Tanrı Kenan Diyar’ını bir zamanlar İsrail oğullarına vermiştir.

Tek Tanrılı bir din olan Yahudilikte dünyayı yaratan tek bir Tanrı vardır. Yahudiliğin iç dinamiklerini şekillendiren ve onu diğer dinlerden ayıran iki doktrin vardır. Bu iki doktrin “vaat edilmiş topraklar” ve “seçilmişlik” inancını ifade eden “Am Hasagula” dır. Yahudi teolojisinde Tevrat, seçilmişlik ve vaat edilmiş toprak kavramları birbirine içkindir ve birbirini tamamlar. Yahudi dini liderlere göre, Tanrı’nın evreni yoktan var etmesi, evrenin ve canlıların tek sahibinin Tanrı olduğunu kanıtlamaktadır.

Dolayısıyla bu inanışa göre Tanrı her toprağı dilediğine verir ve kimse ona itiraz edemez. Yahudiliği diğer tek tanrılı dinler Hıristiyanlık ve İslam’dan ayıran en temel özelliklerden biri vaat edilmiş topraklara olan inançtır. Bu inanışa göre, Tanrı Filistin merkezli toprakları İsrailoğulları’nın ilk atası olan İbrahim’e ve onun soyundan gelenlere ebedi olarak vermiştir. Bu topraklar Kenan Diyarı Ülkesi, Ha-Eretz, Eretz İsrael ve Arz-ı Mevud olarak geçer. Bu terimler aynı yeri, vaat edilmiş toprakları ifade eder. Vaat edilmiş topraklar kavramı Siyonizm’in temelini oluşturan doktrinlerden biridir.

Merkezini Kudüs’ün oluşturduğu vaat edilmiş Kutsal Topraklar, maalesef ki Yahudiler için sona ermiş tarihi bir geçmişi olan bir mekândan ibaret değildir. Asırlardır hedefleri, uğradıkları bozgunlardan ötürü Dünya’nın dört bir yanına sürgün olan tüm Yahudileri buraya toplayıp, önce Büyük İsrail sonra ‘Dünya Hâkimiyeti İdealini’ gerçekleştirmektir.

Bir ülke düşünün ki, yüzölçümüyle dünyanın en küçük ülkelerinden biri olsun (22.000 km) Nüfusu ise 70 yılda tam 10 kat artarak 8.6 milyona ulaşsın. Doğurganlık oranı OECD ortalamasının iki katı olarak kayda geçsin. Ortalama yaşam süresi 82’yi bulsun. Bu da yetmezmiş gibi sürekli göç alsın. 2060 yılında da nüfusunun 21 milyona çıkacağı hesaplansın. Bugün İsrail’in en büyük sorunu nüfus artışı ve artan nüfusunu 22 bin kilometre karelik toprağına sığdırmaya devam ettirmek zorunda olması. Ancak bu zorunluluk sürdürülebilir değil. Kilometre karesine ortalama 380 kişinin sığdığı İsrail’in içinde bulunduğu nüfus sorunu.

Akla şöyle bir soru geliyor, İsrail bu sorunu nasıl çözebilir. Ya nüfus artışını sıfırlayacak politikalar izleyecek, ya da artan nüfusunu barındırabilmek için yeni topraklar edinecek. İsrail’in nüfus artışını durdurmayı bırakın yavaşlatması bile İsrail’in varlık nedenine aykırı bir durum. Bu nedenle bu asla uygulanabilecek bir şey değil. Bu durumda geriye bir tek çözüm kalıyor; İsrail’in topraklarını genişletmesi gerekiyor.

Peki, ama Müslümanların hâkim olduğu, dünyanın en kanlı coğrafyası olan Ortadoğu’da bu mümkün mü? İsrail nasıl yeni toprak edinecek? Kimin toprağını alacak? Tabii ki yavaş yavaş istikrarsızlaştırmayı ve iç karışıklıklar çıkarmayı başardığı çevre ülkelerinden. 1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında yaşanan Altı Gün Savaşı sırasında İsrail, Suriye’ye ait olan ve verimliliği yanı sıra su kaynaklarıyla göz dolduran Golan Tepeleri’ni işgal etmişti. . İsrail 1981’de resmen ilhak ettiğini duyurduğu Golan topraklarında bugüne kadar 30’dan fazla yeni yerleşimi kurmuş durumda.

Tüm bu veriler net bir şekilde göstermektedir ki İsrail bölgeye yerleştiği günden itibaren sürekli yayılmacı bir politika izleyerek topraklarını artırmaktadır. Arz-ı Mev’ud hezeyanına kapılarak gözü Anadolu'nun güzide topraklarına dikmiş gözüküyor.  Bu Türklerin değil Arapların meselesi diyerek Türkçülük taslayıp Siyonizm propagandası yapanların hiçbirin milliyetçi hassasiyetlerinin olmadığı gözler önüne serildi. Gazze'de soykırım yapan siyonist ordunun kollarına Arz-ı Mev'ud haritalı askeri peç takmaları uzun vadede esas hedefin Türkiye toprakları olduğu bir kez daha tescillendi.

Ayrıca Instagram hesabı üzerinden 'Büyük İsrail' hedefine uygun olarak Irak, Suriye ve İran topraklarının bir kısmını da içeren '4 parçalı Kürdistan' haritasını paylaşan Yair Netenyahu, İsrail'in bir sonraki hedefinin Türk toprakları olduğunu duyurarak Türkiye'yi Kürtlere soykırım yapmakla suçladı.

Eğer Siyonistlerin ideali Filistin’e dönüp orada devlet kurma hedefi olsaydı Yahudiler 1948 yılında İsrail Devletini kurdular fakat o günden bugüne kadar Ortadoğu’ya hiç barış gelmedi. Bu nedenledir ki Siyonizm’i ve vaat edilmiş topraklar ülküsünü iyi anlamamız gerekiyor. Çünkü bu ülkü bizim ülkemizin topraklarını da içine alan bir ülkü. Theodor Herzl, İsrail Devleti'nin ana hedeflerini açıklarken yan yana kullandığı iki şehirden birisi Kudüs diğeri ise Urfa idi.

Bugün Ortadoğu ve İslam coğrafyasının içindeki durum iyi analiz edilmeli

Tunus'ta 10 yıl önce "ekmek, onur ve özgürlük" sloganıyla başlayan ve kısa sürede pek çok Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkesini etkisi altına "Arap Baharı" isimli süreç "darbe, karşı devrim, iç savaş ve dış müdahaleler" nedeniyle adeta kışa döndü. 2011 halk ayaklanmasının üzerinden 10 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen bölge ülkelerindeki durum maalesef içler acısıdır. Arap Baharını patlatıp, demokrasi yalanı ile ülkeleri karıştırdılar.

Sudan Arap Baharı sürecinden önce ikiye bölünmüş Güney Sudan, Sudandan ayrılmıştır. Ardından ülkede çıkan iç karışıklar sonucunda Ömer Beşir devlet başkanlığı görevini bırakmasına rağmen ülkede ki iç karışıklıklar günümüze kadar devam etmektedir. Yemen ise barışçıl gösteriler karşısında ufak bir dış müdahaleyle iktidarın el değiştirdiği Yemen, iç bölünmeler ve bölgesel güç mücadelesi ile ağır bir yıkıma maruz kaldı. Maalesef Yemen'deki bilek güreşi kısa sürede bir tarafta Suudi-Amerikan diğer tarafta İran'ın başını çektiği eksenler savaşının bir halkasına dönüştü.

Libya: Kaddafi'den sonra her şey tufan ve bitmeyen vekâlet savaşları Libya'da Albay Muammer Kaddafi'nin 20 Ekim 2011'de linç edilmesinden sonra düzen kurulamadı; omurgası kırılan ülkede uluslararası paylaşım savaşıyla bölünmüşlük derinleşti. Maalesef ülke silahlandırılmış yüzlerce milis gücünün kendi derebeyliğini kurmaya çalıştığı bir döneme tanık oluyor.

Mezhep-din tabanlı bölüşüm sisteminin cari olduğu Lübnan iç savaşların üzerine kurulmuş bir ülke olarak zaten uzun yıllardır istikrarı bir türlü sağlayamadı.

Suriye: İsyan ettiğine bin pişman bir ülke, Suriye'de rejim değişmediği gibi ülke vekâlet savaşları, sayısız radikal İslamcı örgütün palazlanması ve dış müdahaleleri izleyen kanlı bir koridordan çıkamadı. Ülke defacto bir şekilde Sünniler, Nusayriler ve Kürtler arasında çe bölünmüş durumda. Nüfusun yaklaşık yirmide biri hayatını yitirmiş veya sakat kalmış; üçte biri mülteci konumuna düşmüş, diğer üçte biri ise ülke içerisinde göç etmiş bir vaziyette

Irak ise zaten uzun yıllardır merkezi otoritenin kaybolduğu Suriye benzeri bir bölünmüşlük ile yaşamaya çalışıyor. Irak, ABD işgalinden sonra tıpkı Lübnan’da olduğu gibi etnik, dini ve mezhebi ayrımlara göre düzenlenen bir anayasayla fiilen üçe bölünmüş bir halde.

İran’ın ise ne yaptığını anlamak mümkün gözükmüyor. Söylem olarak çok sert mesajlar verse de bunların reel hayata dönmediği herkes tarafından bilinen bir gerçek.

Türkiye de bölgedeki gidişatı etkileyen en önemli ülkelerden biri olarak görülüyor. NATO'da 'ABD'den sonraki en büyük orduya sahip olan ülke' olarak bahsedilen Türkiye de, Ortadoğu'daki gelişmelerde çok önemli bir aktör ve en büyük askeri güçlerden biri olarak kabul ediliyor. Her ne kadar 15 Temmuz benzeri darbe girişimleri ve ekonomik manipülasyonlarla durdurulmaya çalışılsa da Türkiye bölgenin en önemli ülkelerinden birisidir.

Ülkemizin gelecekte ne gibi olaylara gebe olduğunu düşünebiliyor musunuz?  Yakın tarihte bölgemizde olanlara baktığımızda çok daha net görüyoruz.  Akdeniz kıyılarımız güvencede diye düşünsek doğru değil. Doğuda İran komşumuz ama komşumuz olup olmadığını bile bilmiyoruz. Bulunduğumuz coğrafyada devletler bir birilerinin kuyularını kazmak için adeta yarışmaktalar. Bu nedenledir ki küresel aktörlerin hedefinde Ortadoğu’nun ayakta kalmayı başarabilmiş tek ülkesi olan Türkiye vardır. Bu sebepledir ki devlet aklı milli güvenliğine yönelik her türlü tehdide karşı gelebilecek refleksleri hesap etmek durumundadır.

İsrail’in güvenliği ve yayılabilmesi için Ortadoğu’da savaş, istila ve işgallere ihtiyaç vardır.

Başkan Bush’un Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post’ta Transforming The Middle East başlıklı makalesinde, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 ülkenin yeniden yapılandırılacağını ifade etmesi, günümüz Ortadoğu’sundaki olayları anlamlandırmamız açısından aslında çok önemli.

İsrail’in Ortadoğu’daki Kanlı Stratejisi 1982 yılında eski bir diplomat olan Oded Yinon adlı bir gazetecinin raporunda kendisini açığa veriyor. Bu rapor Herzl’in 1897’deki Bildirgesinin biraz daha gelişmiş haliydi. Peki, CIA destekli bu plan neydi?

Yinon’a göre Büyük İsrail'in oluşması sadece iç dinamikler ile değil, komşu ülkelerin durumu ile de ilgilidir. Eğer komşu ülkeler birleşme yoluna giderse bu İsrail için en büyük tehdittir. Yapılması gereken ise önce düşman ülkeleri mezhep ve etnik temelde iç karışıklık çıkarıp bölmek ve bu durumdan faydalanarak İsrail’in bölgesel gücünün tesisini sağlamaktır.

İsrail, İngiltere’nin sebep olduğu Ortadoğu’nun ve İslam coğrafyasının içinde bulunduğu bu paramparça vaziyet Siyonizm’in kirli emellerine kısmen ulaştığının bir tezahürüdür. Devletini kurduktan sonra bir sonraki hedefine odaklanan ve bunun için gece gündüz dur demeden her alanda aktif olarak çalışan İsrail, nihai hedeflerine henüz ulaşamamıştır.

İsrail’in Nihai hedefi Büyük İsrail’i yani Vaadedilmiş Toprakları ele geçirmektir. Bu ülkü doğal olarak bizim ulusal güvenliğimizi de tehdit etmektedir.

Keşke bu okuduklarımız ve yazdıklarımız komplo teorisi veya deli saçması konular olsaydı; ama dikkat ederseniz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da ısrarla bu konunun altını çizerek İsrailli muhataplarını uyarıyor. Siyonist yönetime niyetinizin farkındayız ve kendi devlet aklımız bunu dikkatle izliyor mesajı göndermekten çekinmiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrailli yetkililerin Arz-ı Mevud haritaları üzerinden yaptığı açıklamalara şu manidar cevabı verecekti:

“Siyaseti ile ekonomisi ile askeri gücü ile her alanda güçlü olmazsak bizi bu topraklarda yaşatmazlar. Habis niyetli çevreler kendilerini bir şekilde ifşa ediyor. Yıllarca Ermenistan topraklarımızda ham hayaller peşinde koştu ve Karabağ savaşında dersini alıp yerine oturdu. Şimdi de İsrail benzer hezeyanları dile getiriyor. Bunların da sonu hüsran olacak.”

Başkan Erdoğan Gazze bizim neyimiz diyenlere şu tarihi sözlerle cevap vermektedir; İsrail'in vadedilmiş topraklar hezeyanıyla gözünü Anadolu'ya dikeceğini belirterek "Hamas'ı destekliyoruz diye bizi eleştiriyorlar. Sizde hiç mi vicdan yok? Bu azgın devlet eğer durdurulmazsa vadedilmiş topraklar hezeyanıyla gözünü Anadolu'ya dikecekler. Hamas, Gazze'de Anadolu'nun ileri hat savunmasını yapıyor. Bunu anlamayacak kadar kör müsünüz? Hem kendi topraklarının istiklali için savaşan hem de Anadolu'yu savunan Hamas'ın yanında durmaya devam edeceğiz" demişti.

Ne demişti Rahmetli Erbakan, “Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Onların Suriye’yi istemesinin tek bir nedeni vardır, o da Türkiye’yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır.” Eğer bir gün mesele Suriye olursa ve bilin ki hedef Türkiye’dir.” Bu söylediklerimi bir gün anlayacaksanız…”

Şimdi anlaşıldı mı Gazze bizim neyimiz olur???

Selam ve Dua ile