Baas’ın Son Kalesi de yıkıldı

Birçok arkadaş arayarak Suriye’de neler olduğunu bundan sonraki süreçle ilgili düşüncelerimi sordular birkaç gün önce konuyla ilgili uzunca bir yazı kaleme almıştım fakat bu son gelişmelerden sonra yeni bir yazı kaleme alma gereği hissettim. Konuyla yakından ilgilenenlere ise iki hafta önce Ekin Yayınlarından çıkan “Baas-İhvan Mücadelesi Suriye Örneği” isimli kitabımı okumalarını öneriyorum. Yaklaşık 5 yıl gibi uzun bir süre üzerinde çalıştığım kitap yakın tarih Suriye’sinin anlaşılmasında önemli bilgiler içeren bir alan çalışmasıdır.

Bir tarih sona erdi: Şam düştü Esad devrildi. Suriye'de 61 yıllık Baas Rejimi, 54 yıllık Esed ailesi devri sona erdi... Esed, başkent Şam'ı terk etti. İlk karar 8 Aralık tarihinin milli bayram ilan edilmesi oldu. Beşşar Esed’in devrilmesi yıllardır zalim Esed rejimi altında zulme maruz kalan Suriye halkı için büyük anlam ifade ediyor. Halk bu zaferi sevinç gösterileri ile kutluyor. Şamdan tekbir nidaları yükseliyor. Türkiye’nin farklı illerinde ikamet iden Suriyelilerde benzer şekilde Esed rejiminin yıkılışını kutluyor.

Peki, bundan sonra ne olacak? HTŞ / PYD gibi örgütlerin Suriye’nin geleceğinde ne gibi bir rolü olacak? Bölgesel Aktörler bu konuda ne düşünüyor? Bu gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyecek gibi cevaplanması gereken önemli sorular var önümüzde.

Fff-5

Baas’ın Son Kalesi de Yıkıldı

20.yüzyıl Ortadoğu'suna damgasını vuran siyasal hareketlerden biri olan “Ebedî Misyona Sahip Tek Bir Arap Ulusu” sloganıyla seküler Arap milliyetçiliği düşüncesi üzerine kurulan Baas Partisinin son kalesi olan Suriye rejimi de bugün itibariyle tarihin tozlu sayfalarında yerini almış gözüküyor.

Kuruluş hedefi olarak yapay sınırlar ile birbirinden ayrılmış ve Batılı devletler tarafından kalkınmaları engellenmiş Arap toplumlarını birlik, özgürlük ve sosyalizm ilkelerine dayanarak tek bir çatı altında toplamak olarak belirleyen Baas Partisi bu ideallerden hiçbirisini gerçekleştiremeden yıkıldı.

Ortadoğu'nun geçtiğimiz yüzyılına damgasını vuran Baas Partisi, Suriye toplumsal, kültürel ve siyasî hayatında köklü değişikliklere neden olmuştur. Baba Hafız Esed’in Suriye siyasî tarihinde ilk kez azınlık mensubu, Nusayrî kökenli birisinin devlet başkanlığı koltuğuna oturması, Sünnî geleneğe son verilmesi anlamına geliyordu. Bu durum, Suriye’deki çatışmanın mezhep boyutuna taşınmasına neden olmuştur.

Baas Partisinin Ortadoğu’da bıraktığı derin etki ve hayal kırıklıklarını anlamak için büyük önem arz etmektedir. “Baasçılar Baassız, Baas Baasçılarsız, elleri kana bulanmış, zulüm ve öldürmede birbirleri ile yarışıyorlar…” Baasçılar’a yöneltilen bu sözler kendisi de Baas’ın en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Sami Cündî’ye ait. Cündî, el-Baas adlı eserinde Baas Partisinin işlediği katliamları, Suriye halkına reva görülenleri, rejim tarafından halka karşı işlenen suçları ve Arap ümmeti diye başladıkları yolculuğun zindanlarda nasıl son bulduğunu detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

Aynı şekilde Baas’ın iki kurucu liderinden birisi olan Selâhaddin Bîtâr, 1980 yılında İhyâü’l-Arabî dergisinde Suriye halkına yönelik olarak kaleme aldığı “Afveke Şa’bu Sûriyyetü’l-Azîm…” (Afedersin, Büyük Suriye Halkı) diye başlayan yazısında yaşatılan acılara karşı Suriye halkının göstermiş olduğu sabır, şecaat ve fedakârlıklardan övgüyle bahseder. Bîtâr, rejimin mezhepçi politikalarını ve Suriye halkına karşı yaptığı acımasız uygulamaları eleştirmiş, Baas Partisinin yaşattığı acılardan dolayı Suriye halkından özür dilemiştir.

“Masum insanların öldürüldüğünü kabul ediyoruz. Eğer biri bunu yaptıysa ve IŞİD veya başkalarıyla ilişkilendirildiyse, bu politikaları desteklemediğimizi söylüyoruz. Biz ezilen ve haklarımızı savunan kişiler olsak bile, masum insanların öldürülmesine karşıyız. Tekrar ve tekrar ediyorum ki, o dönem geçmişte El Kaide ile olan ilişkimiz bir dönemdi ve sona erdi ve hatta El Kaide ile birlikte olduğumuz o dönemde bile dış saldırılara karşıydık.

F2-12

Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm  (HTŞ)

Suriye'deki iç savaşın en önemli aktörlerinden biri olarak ön plana çıkan Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ) Çoğu kişi için yeni bir isim gibi görünse de, geçmişi El Kaide'nin Suriye'deki uzantısı olan Nusra Cephesi'ne dayanıyor. Sosyal medyada zaman zaman HTŞ’nin IŞİD ile bağlantılı olduğu yönünde yanıltıcı bilgiler paylaşılmasına rağmen, HTŞ'nin kökleri El Kaide’ye dayanıyor.  

2016 yılında Nusra Cephesi'nin El Kaide ile resmi bağlarını koparmasının ardından bu ayrılıkla birlikte adını Jabhat Fateh el-Şam olarak değiştirdi. Bu süreç, El Kaide'nin tepkisini çekerken HTŞ’nin, bu ayrılık sonrası daha bağımsız bir yol izlemeye çalıştığı ve yerel siyasi hedeflere odaklanarak küresel cihat hareketlerinden uzaklaşma eğilimi gösterdiğini söyleyebiliriz.

El Nusra’dan ayrılanlar dışında grubun gövdesini oluşturan en büyük gruplar Ensaruddin Cephesi, Ceyşu’s Sünne, Liva El-Hak ve Nurettin Zengi Hareketidir. Zaman içinde Nurettin Zengi Hareketi ve selefi yanı güçlü bazı küçük grupların ayrıldıkları görülüyor.

Kuruluşundan bu yana hem cihatçı kimliğini korumaya çalışmış hem de pragmatik bir tutum sergileyerek hayatta kalma ve bölgedeki siyasi etkisini artırma çabası içinde olan HTŞ daha çok Suriye içindeki çatışmalara odaklanarak küresel cihat hareketlerinden farklı bir çizgi izlemeye başlamıştır. Colani, 2021 yılında verdiği bir röportajda, “Evet, Batı'nın bölgedeki bazı politikalarını eleştirdik ama Suriye'den ABD'ye ve Avrupalılara savaş açmak doğru değil. Suriye'den Avrupa veya Amerikan halkını hedef alan dış operasyonlar yürütmek politikalarımıza tamamen aykırıdır. Bu bizim hesaplamalarımızın bir parçası değildi ve bunu hiç yapmadık. Buna rağmen, uluslararası arenada HTŞ’ye yaklaşım değişmemiş ve Birleşmiş Milletler, ABD ve Türkiye gibi ülkeler HTŞ’yi hâlâ El Kaide bağlantılı bir örgüt olarak değerlendirerek terör listesinde tutmaktadır.

Uluslararası güçler ve toplum tarafından meşruiyet kazanmak için pratiğe konulan kısmi sekülerliğe rağmen örgüt üzerindeki şüphelerin kalkmadığı fakat Amerikan ordusu tarafından hedef alınmadığı da dikkate alınırsa örgütün zımni bir kabul gördüğü söylenebilir. Genel bir yorum yapmak gerekirse; Colani liderliğindeki HTŞ, organize ve eğitimli militanları selefi yaşam tarzından uzak tutmak, Türkiye ve Küresel güçlerle çatışmayarak meşruiyet kazanmak ve Suriye’yi yönetmek istiyor.

Öyle gözüküyor ki gelecek dönemde HTŞ, örgütün Selefi cihatçılığa aidiyet yükünü omuzlarından atmak istiyor. Hatta öyle görünüyor ki örgüt, sırf uluslararası zeminde meşru addedilmek, halk nezdinde ÖSO grupları gibi normal görülmek için selefilikten tamamen soyutlanmaya dahi hazır gibi. HTŞ’nin bugünkü söylemlerine baktığımızda demokrasiden, anayasal vatandaşlıktan ve iktidarın barışçıl el değiştirmesinden bahsettiğini, uluslararası kararlara uygun barışçıl bir çözüm için çaba harcamaya vurgu yaptığını görüyoruz.

Suriye’de Vekâlet Savaşları

Ülkelerin vekil örgütleri kullanarak vekâlet savaşlarına girmesi yeni olmamakla birlikte son dönemde bir savaş politikası hâline geldiği söylenebilir. ABD ve Rusya gibi ülkelerin stratejisi olarak başlayan vekil örgütleri ve paramiliter grupları kullanma taktiği bilhassa Orta Doğu’da yaygındır. Özellikle İran bu hususta başı çekmekte olup yüzlerce silahlı örgüt üzerinden 150 binden fazla militanı kendi emelleri için kullanmaktadır.

Türkiye de Mehmetçiği riske atmamak için SMO ile iş birliği yaparak ortak çıkarlar çerçevesinde birlikte hareket etmektedir. Şayet SMO olmasaydı Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlardaki kaybı çok daha fazla olacaktı. Dolayısıyla SMO ile çalışmak bir gereksinimdir denilebilir.

Ancak son günlerde başlayan “Saldırganlığın Caydırılması” operasyonu ile denkleme HTŞ’nin de girmesi bundan sonraki Suriye politikasını da etkileyecektir. Türkiye’ye yakın çalışan SMO ve müstakil hareket eden HTŞ normalde rakip gruplardır. Türk ordusu olmasa iki grubun birbirleriyle savaşması kaçınılmazdır. Dolayısıyla HTŞ’nin kendini lağvederek SMO saflarına katılması dışındaki tüm seçenekler Türkiye için risk oluşturmaktadır.

Gelen bilgilere göre HTŞ yakında ismini ve logosunu değiştirerek radikal bir örgüt imajını ortadan kaldırmayı planlıyor. Eğer sivilleşmenin yanı sıra SMO’nun bir parçası olursa Türkiye için büyük bir kazanım olacaktır. Bu sorunlar çözülmezse iki grubun ele geçirilen yerler üzerinde hâkimiyet mücadelesi vermesi olasıdır.

Esed Deyince İlk Akla Gelen 1982 Hama Katliamı

Esed ve Baas rejimi deyince hiç şüphesiz ki akla gelen ilk şey Hama katliamıdır. Suriye halkının kollektif hafızasında ciddi bir travma etkisi meydana getiren, Ortadoğu’nun yakın tarihinde bir devletin kendi vatandaşlarına uyguladığı en acımasız kıyımlardan birisi olan Hama katliamı, Baas rejiminin muhaliflere karşı ne kadar gaddar ve acımasız olabileceğini göstermesi açısından önemlidir.

2 Şubat 1982 günü Hâfız Esed’in kardeşi Rıfat Esed’in başında bulunduğu Muhafız Tugayları, Hama şehrini kuşatma altına almış, havadan uçak ve helikopterle, karadan ise top ve tanklarla şehri bombardımana tutmuştur. 21 gün süren kuşatmanın ardından şehirde taş üstünde taş kalmamıştır.

Yıkılan binaların altında kalan yaralılara bile müdahale edilmesine izin verilmemiş, ölenlerin cesetleri toplu olarak gömülmüştür. Yapılan tecavüzlerin ve işkencelerin boyutları insanın kanını donduracak dereceye gelmiştir. Görgü tanıklarının ifadesine göre rejim askerleri insanlara mesleklerini soruyor ona göre ceza veriyorlardı. Örneğin göz doktoru olan birisinin gözünü oyarak cezalandırıyorlardı. Katliamlar ve sonrasında gerçekleşen devlet terörü sebebiyle birçok kişi ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Baas rejimi işte böyle acımasız bir rejimdi Suriye halkına kan ve göz yaşından başka bir şey vermedi.

Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm  (HTŞ) ve Lideri Colani Kimdir?

Örgütün lideri Suriye asıllı Ebu Muhammed El Colani’dir. Asıl adı Ahmed Hüseyin El Şara olan örgüt lideri aslen Golan Tepeleri’ne mensup bir aileden olduğu için Colani (Golani) soy ismini kullanmaktadır. 1982 yılında Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da doğan Colani 1989 yılında ailesiyle birlikte Suriye’nin başkenti Şam’a dönerek lüks bir bölge olan Mezze’nin doğu mahalleleri (Filat eş-Şarkiyye) ikamet etmeye başlamıştır.

Colani, ilkokul eğitimine Mezze’deki “Muaz bin Cebel” okulunda devam etmiştir. Şam’ın Mezze semtindeki Colani’nin gittiği ilkokuldaki bir sınıf arkadaşına göre Ahmed el-Şara zayıf, düzenli ve akademik bir çocuktu. Ancak semt genel olarak büyük ölçüde liberal bir semtti. İslami eğilimler yok denecek kadar zayıftı. Colani, siyasi dönüşümünü gittiği bir camide etkilendiği bir din adamına bağlar. Camideki Selefi propaganda, onun ideolojik dönüşümündeki en önemli kırılmalardan biridir. Bu süreçte, özellikle 2000 yılındaki Filistin İntifadası ve 11 Eylül 2001 saldırıları onun siyasi ve ideolojik dönüşümüne etki etmiş görünmektedir.

Colani’nin babası Hüseyin Ali el-Şara, 1946 doğumlu bir Arap milliyetçisi ve petrol ekonomisi uzmanıdır.  Colani, babasının üzerinde büyük etkisi olduğunu ve ezilenleri savunmanın tohumunun ailelerinde olduğunu vurguluyor. 1946 doğumlu olan babası Cemal Abdünnasır'dan etkilenmiş bir Arap milliyetçisiydi. Babasının odak noktasının Arap Ulusu iken Colani için ise odak noktası İslami hareketti.

1967 yılında bölgenin İsrail tarafından işgal edilmesinden sonra ailesi Golan Tepelerinden Şam’a kaçmak zorunda kalmıştı. Şam Üniversitesi Medya Fakültesi’nde iken 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle ortaya çıkan isyana katılmak üzere Irak’a gitmiş Irakta, 5 yıl hapis yattıktan sonra El-Taci Hapishanesi'nden serbest bırakılan Colani kısa bir süre sonra Suriye’de devrimin patlak vermesiyle Suriye’ye gitmiştir.

Colani, el-Kaide ve IŞID ile ilgili iddialara verdiği cevapta, Suriye şartlarından dolayı geçmişte yapılan bazı uygulamaların yanlış yapıldığını kabul ediyor ama bunun tek taraflı olmadığını söylüyor:

Colani'de çok iyi biliyor ki şartlar değişti… Colani ve örgütü aslında bu son operasyonlarda yayınladıkları bildiriler ve eylemlerle eskiden ayrıştıklarını gösterdiler. Yeni konjonktürle birlikte ne olacağını bugünden kestirmek zor belki HTŞ kendini fesh eder diğer muhalif gruplarla birleşip yeni bir koalisyon oluşturur, bekleyip göreceğiz.

Türkiye bu resmin neresinde?

Hem Rusya hem de ABD ile sorunsuz olmasa da işleyen bir ilişkiye sahip olan Türkiye, terör örgütü PYD/PKK'nın elindeki bölgelere odaklanmış görünüyor. Terör örgütü DEAŞ'ın birçok cephede kanlı bir mücadeleyle çökertilmesiyle ortaya çıkan boşluğu PYD/PKK doldurdu. Türkiye bu kez yeni güç boşluklarını terör örgütü PYD’nin doldurmasına izin vermemekte kararlı. Dahası, Türkiye bu çalkantılı dönemi, PYD'iı Batı Suriye'de kalan bölgelerinden, önce Tel Rıfat'tan sonrasında ise Münbiç'ten, silmek için kullanıyor. PKK Tel Rıfat'ta Halep'teki rejim güçlerinden destek alıyordu.

Vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bölgede faaliyette bulunan terör örgütlerinden özellikle PKK/YPG/PYD Türkiye için büyük bir tehdit unsuru olarak görülüyor. İsrail'in eski Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Tümgeneral Yair Golan’ın 11 Eylül 2017 tarihinde, Washington'daki düşünce kuruluşunun panelindeki sözleri de bugünü yorumlarken açıklayıcı nitelikte. Söz konusu tarihte "PKK bir terör örgütü değil." diyen Golan, açıklamasında, "Belki (bu sözler) manşetlere çıkacak ama ben böyle görüyorum. İran, Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerini eğer ki bir araya getirirseniz, nasıl bir araya getireceğinizi ve sınırları ben tam olarak belirleyemem. Fakat İran'a ve bölgede yaygın olan istikrarsızlığa bakarsanız, bağımsız ve birleşik Kürt oluşumunun, bu bataklık için çok da kötü bir fikir olmadığını görürsünüz." demişti.

Benzer şekilde İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ise 10 Kasım 2024’de, "Kürtler bizim doğal müttefikimizdir. Kürtler, İran ve Türkiye'nin zulmünün kurbanıdır. İsrail'in onlarla iletişim kurması ve ilişkilerini güçlendirmesi gerekiyor. Lübnan ve Suriye’de azınlık durumundaki Dürziler doğal olarak müttefikimizdir" diye konuşmuştu. Bu yapbozda pek çok parça halen hareket halinde olsa dahi, Türkiye ne kadar uzun sürerse sürsün PYD/PKK'yı Suriye sahnesinden silme hedefini sürdürecektir

Muhaliflerin Başarısına Gölge Düşürmemek

Evet, Suriye’deki muhalif güçler yaklaşık 13 yıldır Esed rejimi ile mücadele ediyor ve büyük bedeller ödendi. Nice analar evlatlarını nice kadınlar eşlerini ve çocuklarını kaybetti bu süreçte. Cansız bedeni kıyılarımıza vuran Aylan bebeğin görüntüleri hafızalarımızda dün gibi. Halep’teki bombalanan evinin enkazından çıkarılan Ümran Bebeğin ambulansın içinde titreyen görüntülerini de unutmadık. Avrupa’ya gitmek için ölümüne yolculuğu göze bir mültecinin kucağında çocuğuyla birlikte umuda koşarken ayağına takılan çelmeyi de hatırlıyoruz. Suriye devrimi ilk aşamasını tamamladı. Rejim düştü. Yeni bir sayfa açılıyor. Elbette ki muhaliflerin bu başarısına gölge düşürmek ve komplo senaryoları yazmak doğru olmayacaktır. Fakat durumun içinde bulundurduğu riskleri ve İsrail’in uzun vadeli hedeflerini de görmezden gelmemek lazım.

Özellikle Arap Baharı olarak adlandırılan süreç sonrasında hiçbir ülkeye baharın gelmediği durumun eskisinden daha kötü yöne doğru evirildiğini görüyoruz. Mevcut riskler Suriye içinde geçerli. Özellikle Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması Türkiye için büyük önem arz ediyor.

Yapılması gereken en önemli şey Türkiye’nin de önderliğinde en kısa sürede sivil düzenin hızlı bir şekilde tesis edilmesi için geçiş hükümetin kurulması büyük önem arz ediyor. Türkiye’nin özellikle Suriye toplumunun farklı katmanlarından toplumsal karşılığı olan Arif Delile, Alptekin Hocaoğlu, Muaz Hatip, Riyad Hicab, George Sabra, Abülbasit Seyda gibi şahsiyetlerden istifade etmesi ve bu şahsiyetlerin geçiş sürecine dâhil edilmesi önemli olacaktır.

F3-7

Divide et İmpera ( Böl ve Yönet )

Latince: divide et impera deyiminden kaynağını alan böl ve yönet kavramı, rakiplerini bölerek ya da onları bölünmüş vaziyette tutarak zayıf durumda bırakmak isteyen devletlerin izledikleri yoldur. Bugün Suriye’de olanları bu bağlamda değerlendirmek doğru olacaktır kanaatindeyim.

Suriye; Anadolu, Akdeniz ve Mezopotamya toprakları arasında kalan jeopolitik konumu nedeniyle başka ülkelerin ilgi odağı olmuştur. Suriye’nin stratejik önemini İngiliz gazeteci Patrick Seale şöyle ifade etmektedir: “Suriye üzerinde doğrudan bir hâkimiyete sahip olunmadıkça hiç kimse Ortadoğu’yu kontrol altına alamaz.”

Fransa’nın Tarihte Suriye’de uyguladığı politika “böl ve yönet” politikası olmuştur. Fransızlar, Ortadoğu’nun en çeşitli etnik, dinsel ve mezhepsel nüfusuna sahip olan ülkesini kendi menfaatleri doğrultusunda ırk ve din farklılıklarını körükleyen politikalar üreterek yönetmişlerdir. Suriye’de dinsel ve mezhepsel azınlıklardan oluşan küçük devletler kurmuşlardır. Alevîlerin yoğunlukta olduğu Lazkiye bölgesinde Alevî (Nusayrî) Devleti, Dürzîlerin yoğunlukta olduğu güneydeki Cebel-i Dürüz’de Dürzî Devleti, Şam ve Halep devletleri olmak üzere manda yönetimine bağlı dört otonom devlet kurulmuştur.

Bugünde üst aklın Suriye’de uygulamak istediği plan bu gibi gözüküyor bir farkla bugünkü siyasi denklemde Kürtlerde var artık. Yani demem o ki ABD başta olmak üzere küresel aktörler kalıcı olarak bölünmüş bir Suriye istiyorlar. Suriye’de merkezi hükümetin kurulması kolay olmayacaktır. Irakta ortaya çıkan yapının bir benzerinin bundan sonraki süreçte Suriye’de de ortaya çıkma olasılığı çok yüksek görünüyor.

Türkiye de bölgedeki gidişatı etkileyen en önemli ülkelerden biri. Ülkemizin gelecekte ne gibi olaylara gebe olduğunu düşünebiliyor musunuz?  Yakın tarihte bölgemizde olanlara baktığımızda çok daha net görüyoruz. İsrail’in güvenliği ve yayılabilmesi için Ortadoğu’da savaş, istila ve işgallere ihtiyaç vardır.

İsrail’in Ortadoğu’daki Kanlı Stratejisi 1982 yılında eski bir diplomat olan Oded Yinon adlı bir gazetecinin raporunda kendisini açığa veriyor. Yinon’a göre Büyük İsrail'in oluşması sadece iç dinamikler ile değil, komşu ülkelerin durumu ile de ilgilidir. Eğer komşu ülkeler birleşme yoluna giderse bu İsrail için en büyük tehdittir. Yapılması gereken ise önce düşman ülkeleri mezhep ve etnik temelde iç karışıklık çıkarıp bölmek ve bu durumdan faydalanarak İsrail’in bölgesel gücünün tesisini sağlamaktır. Devletini kurduktan sonra bir sonraki hedefine odaklanan ve bunun için gece gündüz dur demeden her alanda aktif olarak çalışan İsrail, nihai hedeflerine henüz ulaşamamıştır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da ısrarla bu konunun altını çizerek İsrailli muhataplarını uyarıyor. Siyonist yönetime niyetinizin farkındayız ve kendi devlet aklımız bunu dikkatle izliyor mesajı göndermekten çekinmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrailli yetkililerin Arz-ı Mevud haritaları üzerinden yaptığı açıklamalara şu manidar cevabı verecekti: “Siyaseti ile ekonomisi ile askeri gücü ile her alanda güçlü olmazsak bizi bu topraklarda yaşatmazlar. Habis niyetli çevreler kendilerini bir şekilde ifşa ediyor. Başkan Erdoğan Bu azgın devlet eğer durdurulmazsa vadedilmiş topraklar hezeyanıyla gözünü Anadolu'ya dikecekler.

Ne demişti Rahmetli Erbakan, “Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Onların Suriye’yi istemesinin tek bir nedeni vardır, o da Türkiye’yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır.” Eğer bir gün mesele Suriye olursa ve bilin ki hedef Türkiye’dir.” Bu söylediklerimi bir gün anlayacaksanız…