10 Ocak hem İdareciler Günü hem de Çalışan Gazeteciler Günü. İdarecilerimizin de gazetecilerimizin de günü kutlu olsun. Memleketimize faydalı olsun. Bugün Sayın Valimiz Cevdet Atay’ın davetine icabet ettik. Gazetecilere yönelik bir kahvaltı organize edildi. Şöyle bir baktığımız zaman gerçekten basının hali içler acısı. Düzce’mizde siyaset, bürokrasi, STK, dernekler, ticarethaneler gibi hayatin dengeleri içerisinde kaidelerinde olan yapılan var. Bunlar da yaşamımıza değer katıyor. Ama bu yapılarda her zaman şu anlayış var. ‘Basın doğru yazmıyor, Abartıyor.’ Biz herkesi eleştirirken bizim de eleştirilmemiz doğrudur ama burada çok önemli bir hadise var. Ulusal medyadaki gazete, televizyon ve internet sitelerindeki yapı, davulun sesi uzaktan hoş gelir hesabı, kesinlikle bizim gördüğümüz gibi değil. Dünyanın dengelerini elinde tutanlar, bu dengeler için maddi ve manevi ödünlerden hiçbir şekilde vaz geçmiyorlar ve her türlü fedakârlığı yapıyorlar. Farklı enstrümanlar kullanıyorlar. Aynı zamanda basını da kullanıyorlar. Medya bugün genel anlamda ciddi bir para kazanan yapı değil. Birçok gazeteci arkadaşımız çok şartlarda mesleğini icra etmek için mücadele veriyor. İstisnalar kaideyi bozmaz ama bir gazeteci, bir fabrika işçisi veya memur gibi düzenli bir gelir ve maaşa sahip değildir. Bu bir gönül işidir, bir derttir. Memleketine milletine faydalı olmak adına mücadele eden insanlar topluluğudur gazeteciler. Hiçbir zaman güvenilir değil gibi görünseler de aslında en çok güvenilir insanlardır.

Yazarsınız beğenilmez eleştirilir. Nasreddin Hoca, oğluyla kasabaya giderken eşeğine biniyor, yuları da oğluna veriyor. Bir köyden geçerken insanlar diyor ki, ‘Hoca koskoca adamsın. Sen biniyorsun çocuk yürüyor.’ Hoca, ‘Doğru’ diyor ve oğlunu bindirip eşeğin yularını tutuyor. Başka bir köyde, ‘Çocuk eşeğe biniyor da sen yürüyorsun. Ayıp değil mi?’ diyorlar. ‘Allah Allah’ diyor. ‘Bu da doğru.’ Bu sefer ikisi de iniyor eşeği yularından tutup yürüyorlar. Başka bir köy de ‘Eşeğe niye binmiyorsunuz?’ diyorlar. Bu kez ikisi birden eşeğe biniyorlar. Başka bir köyde, ‘Utanmıyorsunuz iki kişi bir eşeğe binmeye?’ diyorlar.

İşte bunun gibi bizim yazdığımıza, yaklaşımıza birçok sebep şikâyet ve eleştiri ve yakıştırma yapılır. Bunlar o işin hangi şartlarda oraya nasıl geldiğini bilmezler. Eksik ve hata bulunur, takdir dilen de olur. Canı istediğine, nefsine itibar edene onay verir. Nefsine ve çıkarına uygun olmadıysa yerden yere vurulmak gibi bir özelliğimiz var. Bu nasıl olur? 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Dayanışma günü. Düğzce’de bu dayanışma yok. Ulusal medyanın yüzde 100’e yakını farklı hesaplar ve enstrümanlar üzerine kurulmuştur. Ancak yerelde bu böyle değil. Yani almadan vermek Allah’a mahsus. Gerek belediyeler, gerek ticarethaneler, gerek dernekler, gerek sendikalar. Hepsine baktığımızda oturdukları makamların bir maliyeti vardır.  Kiradan çayına çorbasına kadar. Herhangi bir noktada basıjn çağrılır. Basın bunların çok güzel haberini yapar. Basının da en büyük kazancı reklamdan başka bir şey değil. Ay gelir, bayram gelir, özel günler gelir. Reklam istendiği zaman olmuyor.

Bir belediye düşünün. Parke taşı döşüyor. Bu taş dereden çıkıyor. Çıkaran para kazanıyor. Getiren para kazanıyor. İşleyen para kazanıyor. Hepsi kazanıyor. Belediye başkanı basını çağırıyor. ‘Biz böyle hizmet ettik.’ diyor. O belediye başkanının ağırlanması ve ruh hali de düzeliyor. Ama siz özel günde reklam istediğinizde, ‘Ya siz para ile mi haber yapıyorsunuz?’ Allah Allah! Hamalı para kazandı. Nakliyecisi para kazandı. Döşeyeni para kazandı. Sen nam kazandın. Bu haberi yapan kazanmayacak mı?

Düzce’de 6 günlük gazete var. Ama toplam abonesi bin tane bile değil. Niye bu kadar düşük? Esnaflar reklamlarıyla, özel günlerdeki ilanlarıyla destek olsunlar. Böylece haklı mücadelelerinde de herhangi bir mağduriyetlerinde veya mutluluklarında da ağzının tadıyla herkes davet edebilsin ve enformasyon oluşsun.

Kendisine faydası olmayanın kimseye faydası olmazmış. Bugün Düzce’de yerel basında hakikaten ekonomik olarak, yapı olarak, çalışma şartları olarak arkadaşlarımızın şartları çok ağır.  Çalışmaya rağmen çok az gelirleri var. Bir fabrika işçisi kadar maaş alan istisnadır. Mesai mefhumu yok. Herhangi bir haberde toplumu bilgilendirmek adına çok güzel bir duygu istiyor bu. Olmadığı zaman da olmaz. Bunun da birlik, beraberlik ve dirlik içinde olması lazım.

Ama değil. Bugün Düzce’de 20 senedir cemiyetin başında olan kişi, ismini telaffuz etmek istemiyorum. Düşünebiliyor musunuz? Cumhurbaşkanı ve devletin önemli isimleri bir yere gideceği zaman bir enformasyon kartı verilir. Bunu devletin ilgili birimleri buradan sunar, Ankara da onay verir. Cumhurbaşkanının etrafına 200 metre yaklaşması sakıncalı biri Düzce Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanı! Daha bir şey anlatmaya gerek yok ki. Bu düzen, birlik, dirlik nasıl sağlanacak? Bir kere gazeteciler kaybediyor. Siyasiler kazanıyor. Bunu düzeltmek o kadar da kolay değil. İp bir kere eline geçmiş. ‘Valinin yanında görünelim. Milletvekilinin yanında görünelim’ Sonuçta hiçbir şey yok. Sizin ekranlarda gördüğünüzün, gazetelerde okuduğunuzun arka planında inanın çok büyük bir özveri var. Ulusal basın gibi değil. Ulusalda imkânların haddi hesabı yok. Yerel basına geldiğini zaman im kan yok sadece gönül var. Hevessiz, sevgisiz bu işin olması da mümkün değil. Ben mesai mefhumu olmaksızın gecesini gündüzüne katan birçok arkadaşımızı arka planda verdiği mücadeleyi gıptayla izliyorum. İnşallah 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, Düzce’mizde, ülkemizde hayırlara vesile olur. İnşallah bu milletin diliyle konuşan, gönlüyle konuşan, derdiyle dertlenen insanların sayısı artar. İnşallah kendini belirli bir kutsallık izafesine sokmuş, bir yere getirmiş, millete akıl veren ve yönlendiren değil de milletin aklıyla ve gönlüyle bu ekranlarda milletin derdi olan, sözü olan, duygusu olan arkadaşlarımızın sayısı artar. Bu birlik ise biraz zor görünüyor ama inşallah o da olur.