Hafta sonu Türkiye’nin birilerine göre küçük kıyameti, kimine göre asrın felaketi, kimine göre de dünya tarihinde görülmemiş bir felaket veya deprem olarak değerlendirilen deprem bölgesinde, Elbistan’daydık. Düzce Belediyesi Meclis Üyesi Sayın Murat Aydın ve Düzce Belediyesi Ulaştırma Müdürü Murat Postoğlu ve Emin kardeşimizle beraber bölgeye gittik. Bölgede çok büyük bir zayiat ve izahı mümkün olmayan bir durumla karşılaştık. Orada Düzce Belediyesi’nin, ekiplerin ne yaptığını, ne ettiğini, hangi şartlarda yaşadıklarını gördük. Orada insanların haline baktık, ancak insanımızın kadirşinaslığı ve devletimizin gücüyle beraber bütün yardım ve organizasyon orada adeta akıyor.
Orada bir de Düzce’nin AFAD İl Müdürü Ali Kartal geziniyor oralarda onu da gördük. Koordinasyonun başında Düzce Eski Valimiz Sayın Doktor Zülkif Dağlı beyefendi vardı, kendisini ziyaret ettik. Yaşanmaz yaşanır, anlatılmaz, yaşanmaz. Nasıl izah edilir, ama izahı mümkün. Kelimelerin ve sözün bittiği nokta, kelimelerin durduğu yer. Yani orada başka bir şey olmuş. Ekranlara yansıyan boyutu var, anlatılan boyutu var, ama diyelim ki 100 bin nüfusluk bir yerde 40 veya 50 bini zaten terk etmiş, bir bölümü enkaz altında, bir bölümü orada kalmış. Burada baştan beri dikkat etmemiz gereken bir ihtiyaç vardı. Şimdi buradan kolilerce gıda, makarna, bakliyat falan gitti. Tüp yok orada tüp. Yeme, içme, ekmek gönderiyoruz. Yatacak yerde battaniye noktasında, yatak noktasında Kızılay, AFAD ve diğer gönüllü kuruluşlar gereğini yapmış, ama ısınacak soba yok, yakacak odun sıkıntısı var. Tuvalet noktasında giden ekipte seyyar tuvalet vardı. Tuvalet noktasında insani ihtiyaç olarak çok büyük bir sıkıntı var. Bir şey dikkatimi çekti. Nasıl o inşaatlar, nasıl yapılmış bilemiyoruz, ama ben bir parçayı aldım ve yere attım dağıldı. Yani nasıl bir kum, nasıl bir çimento, nasıl bir işçilik yapılmış. Buna nasıl ruhsat vermişler? Bu zaten çok düşündürücü. Müteahhitler gözaltına alındı. Evet, devlet hesabını soracak, ama buna imza atan mühendisler denetleyene kadar, imarı, ruhsatı verene kadar, memurdan, imar müdürüne, belediye başkanına kadar hepsini almak lazım. İbret olsun. Çünkü bizim coğrafyamız fay hattının, depremin olduğu bir yerde. Netice itibari ile burada ne öğrendin, ne anladın oradan dediğin zaman, insanımız hakikaten, Anadolu’nun insanı büyük bir fedakarlık gösteriyor. Maddi manevi ve içtimaı olarak. Bunu bir kenara not edelim. Düzce Belediyesi’nin orada itfaiye ekipleri var, diğer lojistik ve fen işleri var. Hakikaten arkadaşlar orada 5-6 günden beri çadırda kalıyorlar, çadırda.
Biz gittiğimizde bir akşam önce oyun salonu gibi bir naylonla çevrilmiş, bir yerde hayat kurmaya çalışıyorlar. Konteynırları yok. Yapılan temaslardan sonra eksi 24, eksi 25 derecelerde soğuk var, oralarda. Tabi bu coğrafyanın insanı oraların soğuğuna alışık değil. Burada yapılan görüşmelerde orada çalışan sahada bizim gittiğimizde Belediye Başkanı Sayın Faruk Özlü, oradaki meclis üyesi ile canlı telefon bağlantısı kurarak oradaki işçilerle, çalışan personelle görüştü. Hızlı bir şekilde oraya onların barınma ihtiyaçlarını karşılayacak bir konteynır gönderilmesi noktasında çalışma başlatıldı. En büyük ihtiyaç soba, yakacak ve barınma noktasında başını sokabileceği, gündüz eksi 14-15’lerde olduğu gecenin de eksi 24’lere çıktı bir hal var orada. Orada bir şey gördük, Akçakoca Huzurevi Müdürü var, Mustafa Çakır kardeşimiz. Onlar yardım, odun getirmeye gidiyorlar ve odunu getirdiklerinde yardım noktasında Sayın Vali ile karşılaşınca, Fatih Çakır kardeşimizle beraber yine Sefa Çakır kardeşimiz orada gönüllü olarak, Kızılay gönüllüsü olarak koordinasyona başlamışlar. Büyük bir mücadele var, insan üstü bir gayret var. Orada o insana dünyada ne verirseniz verin o insanı tutamazsınız, ama gönüllü olarak hatta o kadar güzel bir hava var ki, Faruk bey belediye personeliyle konuşurken ‘yorulanları değiştireceğiz’ dediğinde ‘ başkanım biz gitmeyeceğiz, bir hafta daha en az buradayız’ dediler. Adamların banyo yapacak yeri yok. Konserve yerken, hazır gıda yerken artık metabolizma, sistem çökmek üzere, ama oradaki cana can katma anlamında büyük bir mücadele var. Gerek Kızılay’ın başındaki Mustafa kardeşimiz, Fatih kardeşimiz olmak üzere, Düzce Belediyesi’nin itfaiye amiri Mehmet Ali bey ve oradaki arkadaşlar hakikaten bizim oraya gittiğimizdeki mücadeleyi görünce, Allah selamet versin. Dünyaya geliş sebeplerine sebep olanlara da Allah rahmeti ile muamele eylesin, demekten başka bir diyeceğimiz kalmadı. Buradan yardım mı göndereceğiz arkadaş? Televizyonlarda devletin yetkilileri açıklıyor ve diyorlar ki AFAD ve Kızılay noktasına koordine edelim. Orada şu anda kalanların, ayakta kalanların, yardım isteyenlerin, yardıma muhtaç olanların yüzde 25’i var orada. Bir bölümü enkazlar da kalmış, bir bölümü il dışına çıkmış, köylere dağılmış. Devlet oraya helikopterle şehir merkezinden alıyor yardım malzemelerini dağıtıyor, oradaki köylere helikopterle dağıtıyor. Daha devlet ne yapsın arkadaş? Bu devlet daha ne yapsın? Bırakın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dünyanın en süper güçlerinde böyle bir hal yaşasalar bizim şefkatimiz kadar, bizim devletimizin hizmeti kadar, bizim milletimizin asaleti kadar bir asaleti ve hakikati görmek mümkün değil. Hakikat kendiliğinden belli olsaydı hitabete gerek kalmazdı diyor büyükler. Biz hitap etmek istedik burayı.
Orada depremzedelere kalacak yer noktasında işte Düzce’ye getirildi. İşte 100 kişi getirildi 200 kişi getirildi. Okullara, okulların yurtlarına, üniversitenin yurtlarına yerleştiriliyor. Ama 2 günden beri Düzce’de sallanmaya başladı. Artçı sarsıntılar ama Allah inşallah kurban olduğum Mevla bize daha büyük bir imtihan yaşatmasın zor tabii bu süreç. Düzce’de 5 katlı binalarda kalan yok. Ne var? İnsanlar yaşama noktasında köylere çekilmiş vaziyette. Düzce daha normale dönmedi. Kendi insanının geleceği noktasında yaşam hakkını koruma noktasında o binalarda ne olur, ne biter ama hani kendi başını bağlayamayan gelin başı bağlarmış misali bir hal var Düzce’de. Bununda ivedilikle çözülmesi lazım. Bunlara baktığımız zaman ilim, bilim, fen, teknoloji bizim inançlarımızla aykırı bir yaklaşım değil. Peygamber efendimize ilk emri ikra yani oku diye gelmiş bir milletiz biz. Bir inanca sahibiz, bir medeniyete sahibiz. Allah dostları ve büyükler yani biz onların dediğine baktığımız zaman bela musibet dendiği zaman, bela ve musibet başlarına geldiği zaman başlarını secdeye, rahmana kapanı Allah’ım ben hangi hayırla amel işledim, bana bu belayı nasip ettin kedini hatırlattın diye dua ederler. Tabi onun çok uhrevi bir hali var. Burada da uhrevi bir hal var, olağan üstü bir hal var. Aklın, mantığın, ilmin, bilimin, teknolojinin yetmediği bir hal var. İsrail’de ki haham diyor ya ilahi adalet diye neyin ilahi adaletiyse ilahi adalet diyor. İmamı Gazali diyor ki ‘düşman oklarına bakın, kime gidiyorsa dost odur.’ Burada geldiğimiz nokta şudur, bu millete, bu devlete, yer yüzünde 600 yıl Allah’ın dinine, peygamberin yoluna bu medeniyete hizmet etmiş asil millete ve yeryüzünde İslam aleminde sünnetiyle, haliyle, sevgisiyle, muhabbetiyle peygamberini en çok seven, Habibullah’ı en çok seven milletin bu sevgisinin yüzü suyu hürmetine bu memlekete Alla hu Teala’nın inşallah, büyüklerinde dediğine baktımız zaman Allah dostlarının uhrevi mesajlarına baktığınız zaman bu hayır ve şerrin içinden hayırlar çıkacak, bu külfetin içinden nimetler çıkacak. Önemli olan sabretmemiz ama tedbiri alıp takdiri de Allah’a bırakmak lazım. Bundan sonrada yapılarda ve yerlerde ikametgah noktalarında fay hattının tedbirini almak lazım. Ondan sonra takdiri Allah’a bırakacağız. Şuna da inanıyorum, Türkiye büyük bir nimete hazır olsun.