Polemiğe girmeyeceğim.

Kanımca kim olduklarının önemi de yoktur, isimleride ortalığa dökmeyeceğim, ifade de etmeyeceğim.

Aslolan, bu kitlenin düşünce yapısı, hedefleri, mücadele tarzları ve vardıkları nokta.

Detaylara boğularak değil ana hatlarını ortaya koyarak basit kelimeler ve kavramlarla bunu yapmaya çalışacağım.

Sizler bu satırları okudukça zaten bu isimleride kafanızda canlandıracaksınız.

Çok iyi biliyoruz ki artık kendilerini de saklamıyorlar, hem geçmiş olarak hem de günümüz olarak.

Amacım bu tespitleri yaparak gümümüze bir nebze ışık tutmak, gelecek planlamaları ve hedefleri hakkında bilgi sahibi olmaktır.

Tekerrürün bu anlamda ki yansımalarını net bir şekilde görmemizi sağlamaktır.

Çünkü hala varlar, canlılar ve olağanca sesleri ile haykırıyorlar, hem de her taşın altından kafalarını çıkararak, biz buradayız hiç bir yere gitmiyoruz diyerek.

Hemen hemen her gün bunu yaşıyoruz.

Bununla beraber hem yaşadığımız bu topraklarda hemde etkisi altındaki coğrafyalar da, bu akımın ilk çıktığı dönemlerdeki devletin işleyiş yapısını ve geldiği noktayı, toplumun inanç ve davranış biçimini ortaya koymaya çalışacağım.

Ancak bunlar net bir şekilde anlaşılır ise günümüzün gelişen hadiselerini daha iyi algılayabiliriz.

Bu zemini ortaya koymak ile beraber, toplumsal ve yönetsel yapı içerisinde varlığını ortaya koymaya çalışan bu coğrafyanın seküler kesimin inanç yapısını ve davranış biçimini de ortaya koyacağım.

Bu coğrafyanın asli unsurları, neden tanrısızlığa teslim oldular, bunun karşısında direnemediler bunu anlamamız ve algılayabilmemiz ancak bu bilgileri de bilmek ile mümkün olacaktır.

Aynı zamanda bu düşünce yapısının çıkış ve büyüme  noktası olan Avrupa’daki sekülerlerin, hem düşünce olarak hem de hedef olarak mücadele serüvenlerinin, çıkışından bugüne nereye evrildiğini ve bize etkilerini de  ortaya koyarak günümüze ışık tutmaya çalışacağım.

Evet artık başlayabiliriz.

Herşeyden önce bu düşünce yapısının insanlık tarihine denk geldiğini bilmemiz gerekiyor.

İblise teslim olan insanlığın bir kısmı için gökten inen ne idüğü belli olmayan bir takım sözlerin bir anlamının olmadığını, kendi hayatlarını şekillendiremeyeceğini her zaman gizli açık ifade etmişlerdir.

Tanrı vardır veya yoktur, varsa da müdahil olamaz yoksa da zaten yok, o zaman problem de yok diyerek hayatlarını sözde akla ve bilme dayandırarak kendi nefisleri doğrultusunda ikame etmişlerdir.

Bu inanç gerçeğini bilmekle beraber bizim için yakın tarihteki başlangıcını bilmek ve onu ortaya koymak istiyorum ki olaylar daha iyi anlaşılsın.

Belki bir tarih verilebilir ama bunu tarih olarak değil  dönem olarak ifade etmek daha sağlıklı olacaktır.

Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketleri ile birlikte başlayan ve kilisenin insanlar üzerindeki zalimce tahakkümünü fırsat bilerek, ortak oluncak bir tanrı değil, tanrısız bir dünya oluşturmaya çalışan bu kitle, zehirini bu dönemde Avrupa kıtasının her yerine yaymıştır.

Süreç, bu güçlerin mazlum insanların üzerinde karşılıklı tepinmeleri ile geçmiştir.

Senin tanrın benim tanrım kavgasını boş verin, bilim ve akıl var iken ne gerek var bu tanrılara diyerek kasıp kavurmuşlardır ortalığı.

Bir yanda pagan- putperest Avrupa topluluğu bir yanda kilise ve bir yandan da seküler yapı, kendi otoritelerini toplumlar üzerinde vekil olarak tayin edebilmek için var güçleriyle insanlığa saldırarmışlardır.

Ve insanlık bu süreci çok kanlı ve zalimce geçirmiştir.

Ta ki sekülerlerin otoriteyi ele almaları ve toplumları küresel yapıya büründürmeleri ile toplumlar yapay bir sükunete ermiş ve sekülerler açısından tanrısız bir hakimiyet doruğa ulaşmıştır.

Varsa yoksa akıl ve bilim.

Seküler inanç yapısını kendi bulundukları topraklara hakim kılmakla beraber, bu inançlarını küresel bir mantık ve yapı ile yeryüzünün her tarafını yaymışlardır. Bu yayılmacı zihniyet, kökleri itibarı ile kendisine tehdit olarak görünen tevhid inancının temsilcilerini öyle yada böyle barındıran Osmanlı topraklarına da sirayet etmiştir.

Bu coğrafya da kurmuş oldukları eğitim sistemlerinde aklı ve bilimi ön planda çıkararak, buna inanmış ve iman etmiş binlerce genç yetiştirmişlerdir.

Kendisini oluşturan değer yargılarından uzaklaşan Osmanlı imparatorluğu ise bu yayılmacı zihniyetin karşısında fazla direnememiş sonuçta onlarda bu seküler- küreselci yapıya çeşitli entrika ve oyunlarla teslim olmuşlardır.

Uzun zamandır inanç, kültürel, bilim ve teknolojik olarak çöküşü yaşayan Osmanlı’nın zaten dayanma gücü de yoktu, kalmamıştı ve sonucunada dayanamamıştır.

Misyonerlik okulları ile binsekizyüzlü yıllarda başlayan bu süreç, giderek seküler eğitim sistemine evrilerek ve dozajını artırarak özellikle coğrafyanın inanç ve kültür olarak kaşınacak bölgelerinde kendisine yer etmiş ve seküler inanç yapısını emin adımlarla gençliğin kafasına nakış gibi işlemişlerdir.

Zaten hilafetten saltanatlığa geçen Osmanlı’nın işleyişindeki problemler, fıtrata olan yönelişin kaybolması ve geniş coğrafyanın sınırlarını koruma içgüdüsü bu toplumun dinamik yapısını oluşturan düşünen eğitimli ve dinamik gençliğin de tüm enerjisini tüketmiştir.

Bunu fırsat bilen seküler yapı iki yüzyıl içerisinde yetiştirmiş olduğu ve ne yapmak istediğini bilen akıl ve bilimi ön plana çıkaran bu kitle ile hem devlet işleyişine hem de toplumsal işleyişe aşındıra aşındıra ve en sonunda da son darbeyi indirmiştir.

Milyonları ifade eden bu kitle, Osmanlı’dan sonraki yapılanmanın içerisinde kendisini işleyişin tüm hassas noktalarına yerleştirmiştir ama sinsice.

Aynı dönemde batının değişik coğrafyalarından bu coğrafyadaki otoritesini sağlamlaştırmak adına yine milyonlarla ifade edilen isimleri namları değiştirilmiş, bizden gibi görünen, aklı ve bilimi ön plana çıkaran seküler bir yapı bu coğrafyaya taşınmıştır.

Bu taşıma eylemi sadece günümüzdeki sınırlarımız içine değil Osmanlı sınırlarını ihtiva eden tüm hassas noktalara yapılmıştır.

Bu da yetmemiş, yeni kurulan yapı, işleyişindeki geçmişi hatırlatan tüm kurumsal yapıları da revize edilerek tümüyle tanrısız bir düşünce yapısı ile yeniden organize edilmiştir.

Bu kurumların alt yapıları tamamiyle batının geçirmiş olduğu devinim sonunda elde etmiş oldukları işleyişlerin bir kopyası olarak bu topluma monte edilmiştir.

Ve nihayetinde bu coğrafyada ve bu coğrafyanın etkisi altındaki tüm coğrafyalar da seküler bir yaşam tarzı hayata hakim olmuştur.

Bu hakimiyet insanların benliğinde öyle bir yer edinmiştir ki karşısına dikilmek, bunun yanlışlıklarını ifade etmek, bir olan Rabbimizi insanın ağzına alması utanç verici bir durum olarak algılanmıştır.

İlkel ve gerici yaftası ile sürekli hor görülmüştür.

Tabi bu gelinen noktada sekülerlerin mücadele azimleri ve programlı çalışmalarının yanın da karşısında duran toplumlarında düşünce ve inanç olarak fıtrattan uzakta olmalarıda temel etken olarak ortada durmaktadır.

İnsanlık Rabbinden uzaklaştıkça iblisin kuşatması altına girmekte ve iblis bu fırsatı kaçırmamaktadır.

Ve artık seküler- küresel yapı toplumları tatmin etmemektedir.

Gün geçtikçe insanlık bu huzursuz ortamdan çıkıp kurtulmak için arayış içersine girmiştir.

Fakat seküler yapı bunu asla kabullenememekte, bu değişim karşısında var gücü ile karşı koymaktadır.

Bizim coğrafyada ve Yeryüzünün her yerinde bu çatışmayı görmekteyiz.

Bugünlerde yaşadığımız ve bizler Jöntürkleriz diye ortalıkta nara atan bu seküler kitle, bu toprakların tek hakimi olarak kendilerini görmekte, bunun dışındaki tüm düşünce yapılarını insan hak ve hürriyetlerini gasp eden işgalciler olarak görmektedirler.

Bu coğrafyada ikiyüz yıl önce yer bulurken atmış oldukları sloganların aynısını ve benzerlerini tekrar atarak otoritelerini tazelemek istemektedirler.

İşin kötü tarafı insanlık bu huzursuzluğun yerine geçecek olanıda yine iblisin eline bırakma istek ve arzusundadır, bunu istemeye istemeye fıtratına ters gelmesine rağmen yapmak istemektedir.

İblis ise bu fırsatı kaçırmamak adına tarihi tekrar tekerrür ettirerek Tanrı’ya ortak olarak bu işi tekrar sürdürmek istemektedir.

Bizler buna fırsat vermeyelim, içi boş bir tenekeden içinde her türlü pisliğin olduğu ve fıtrata ağır gelen kokuları ihtiva eden bir tenekenin içersine girmeyelim.

Tarihi tekraradan gerisin geri çevirerek hayatımızı pagan-putperestlerin eline teslim ermeyelim.

Gelin bu fırsatı değerlendirelim.

Bir olan Rabbimizi hayatımıza vekil olarak, sadece ve sadece onu tayin edelim.

T.K.              @kul6303839