Yaşadığın toprakların kıymetini bilmezsen, pişman olursun yaşanamaz hale geldiğinde…
Havamız kirli, denizimize lağım, içme suyu kaynaklarımıza evsel ve kimyasal atıklar karışıyor. Verimli tarım arazilerimizi üretime değil sanayiye açıyoruz. Yeşil alanlarımızı betona gömüyoruz.
Hakikaten biz Düzce’mizin hangi değerine gerçekten sahip çıkıyoruz.
İnsanların yaşam kaynağı olan "Hava, su, toprak", Düzce için ‘solunamaz, içilemez, ekilemez’ hale geldi. Bu şimdi olmadı ama yıllardır süregelen çözümsüzlük yüzünden memleketimiz bizi hasta eder hale geldi.
Her yıl yayınlanan uluslararası bir araştırma Türkiye’nin en kirli havasına sahip iller listesini paylaştı. Bu yıl da zirveyi kimseye kaptırmadık. Ülkenin en zehirli havası bizde…
Dört yanı suyla ve yeşille çevrili şehrimizin kirliliğin ve rantın pençesine düşmesine nasıl izin verdik? Nasıl göz yumduk? Nasıl görmezden geldik? İnsan eliyle en büyük kötülüğü nasıl doğal yaşama yaptık?
Bu kadar sanayileşmeyi artırmaya gerek var mıydı? İlçelere kurulanlarla birlikte OSB sayımız 5’e yükseldi. Bu yetmezmiş gibi Beyköy’deki 1. OSB alanımızı tarım arazilerini de içine katacak şekilde genişletme çalışmaları yöre halkının karşı çıkmasına rağmen devam ediyor. Özellikle kışın solunamaz düzeyde kirlilik oluşan havamızı bu sanayi kuruluşlarının olumsuz etkilemediğini kim iddia edebilir? Yeşil sanayi kisvesi altında halka hoş gözükme çabalarının ne kadar yersiz olduğunu Yığılca’da gördük. ‘Hiçbir şekilde ilçenin doğasına zarar verilmeyecek.’ sözü verilerek inşa edilen beton fabrikası bugün yöredeki tüm canlılara ‘beton tozu’ yutturuyor.
Hem tarıma hem hayvancılığa hem de arıcılığa zarar verdiği açıklanan beton fabrikası yatırımından bin pişman olan Yığılca gibi kent merkezindeki birçok fabrikanın bacasından tüten dumanlar ve bilinçsizce sağda-solda yakılan lastikler havamızı daha da kalitesizleştiriyor.
İki metropol şehir olan Ankara-İstanbul arasındaki konumu nedeniyle yoğun trafiğin ve köylerde ısınma amaçlı kullanılan kömürün de hava kirliliğini tetiklediği ortada iken sorun çözücüler olan idareci ve siyasilerde gerçek anlamda soruna eğilmek adına deyim yerindeyse ‘yaprak kıpırdamıyor!’
-cak, -cek’li cümlelerden bu halk yoruldu. Her demeçte dillere pelesenk olan ‘Düzce’miz için canla başla çalışıyoruz.’ söylemlerinin konu ‘halk sağlığını tehdit eden kronik sorunlar’ olunca lafta kaldığını yaşayarak tecrübe ediyoruz.
İstanbul gibi bir mega kente Düzce’den taşınan suya her türlü atığın karışması kabul edilemez olması gerekirken, atık su arıtma tesisleri yapımından birinci derecede sorumlu kurum olan İBB ve İSKİ’den ‘Yatırım yapılacak’ söylemleri ve Düzce Belediyesi ile sık aralıklarla yaşanan atışmalardan öteye gidilemiyor.
Atık su arıtma tesisindeki kapasite yetersizliği yüzünden turizm cenneti Akçakoca’da denize kanalizasyon suları karışması ve ‘koli basili’ rezaleti kent turizmini baltaladı. CHP kanadından İBB’nin de desteği ile atık su arıtma tesisinin yenileneceği yönünde açıklama gelse de sezon yaklaşırken henüz yeni yatırım için tek bir kazma vurulmadığı biliniyor.
Devlet tarafından çevre dostu projelerin desteklenmesine yönelik her yıl yeni bir program ve yönetmelik açıklanadursun Düzce’mde imara açılan yeni alanlarla tarım vasfındaki topraklarda binalar yükseliyor. Belediye eliyle kent merkezinde yeşil alan sayısı artırılmıyor.
Hakikaten insan eliyle bu kadar kötülük ‘Düzce’mize çok fazla!’
Doğa da bu kıymet bilmezliğe seyirci kalmıyor. Sel ve heyelan afetleri sık sık kendini hatırlatıyor. Lafa gelince söyleyecek çok sözü ama icraata gelince etkisiz kalanlardan bıktık, usandık…
‘Yeşil Düzce’miz ‘sorumsuzca’ ve farklı ‘kaygılarla’ hasta ediliyor.
İçindekilerin sağlıklı yaşam hakkı görmezden geliniyor.
Havamızı-suyumuzu-toprağımızı iyileştirmek asli görevi olanlar değil kötü gidişata ‘dur’ demek, uygulamadaki tartışmalı kararları ile eleştiri oklarını üzerine çekmeye devam ediyor.
Sonuç; doğal zenginlikleri kirliliğe ve betona teslim olan memleketimiz ‘Can çekişiyor!’