İki tokat
Aynı gün, insanlığa atılan iki tokat.
Biri mazluma biri zalime atılan iki tokat.
Biri zalim tarafından mazluma, biri mazlum tarafından zalime atılan iki tokat.
Biri iblisin attığı tokat iken, diğeri iblisin yediği tokat.
Biri vicdanları sızlatırken, diğeri yüreklerimize su serpen iki tokat.
Ve bu iki tokat karşısında iki duruş.
Biri, metrobüste rızkının peşine düşmüş onbir yaşında mazlum bir göçmen kızı.
Toka satıyor, sattığı tokalarla ailesinin geçimini sağlamak için her sabah yollara düşüyor.
Belki de kazandığı para ile ailesine sadece ekmek parası götürebiliyor, belkide götüremiyor.
Kendisi rızık peşinde iken, yanına yaklaşan kibir sahibi, zalim bir adam.
Kendisi de belki çocuk sahibi olan ama kendi çocuğu dışında gözü hiç bir şeyi görmeyen, bu mazlum çocuğun kazandığında gözü olan, gaddar bir adam.
Bu göçmen çocuğun bu topraklarda yer almasını istemeyen, bu yerin ve onun üzerindekilerin sahibi olarak kendisini gören, zalim bir adam.
Güçsüz bir kız çocuğu karşısında adamlık taslayan, bırakın el kaldırmayı, aman dileyemeyecek kadar güçsüz bir çocuğa atılan tokat.
Bana, bize, hepimize atılan kahpece bir tokat.
Diğeri, filistinde işgalciler tarafından toprakları çalınmış bir genç.
Hırsız bir toplum içersinde Rabbi dışında güveneceği hiç bir şeyi olmayan, zorluklar içersinde yaşam mücadelesi veren bir genç.
Çalınmış topraklarını, evini, eşyalarını, hırsızlara vermek istemeyen ve her şeyi göz önüne alarak, zalimlerle mücadele eden ve bunun için yola çıkan ve önüne çıkan hırsıza sağlam bir tokat atan, yürekli bir genç.
Kendisinden donanım ve arka olarak çok çok güçlü bir kalabalık içersinde, ellerindeki silahlara rağmen, korku nedir bilmeyen veya bilse de tüm yüreğini ortaya koyarak, zalime sallanan bir tokat.
Benim, bizim, hepimizin attığı şerefli bir tokat.
İki tokat ve bu iki tokat karşısında tokatı atanların, tokatı yiyenlerin ve bu sahneyi seyredenlerin sahip oldukları duygular ve ortaya konulan duruşlar.
İblis mi olmak, yoksa insan mı olmak.
Yürekli mi olmak, yoksa yüreksiz mi olmak.
Gücün ve vicdansızlığın yanında mı yer almak, yoksa güçsüzün ve vicdanın yanında mı yer almak.
Tercih benim, bizim, hepimizin.
Ben iblis olup gücün yanında mı yer alıcam, yüreğimi rafa mı kaldırcağım, vicdansız mı olcucam.
Yoksa ben mazlumun yanında durup, güce isyan edip vicdanlı mı davrancam, yüreğimi avuçlarımın içine alıp, elimi yukarı kaldırıp tokat atma pozisyonuna mı geçicem.
Ne olucam, nasıl davrancam?
Bizler, hepimiz nasıl düşüneceğiz ve neyi temsil edeceğiz, nerede konumlanacağız.
Bu durumlar karşısında nasıl hareket edeceğiz.
Mazlum çocuğa bir tokatta biz mi atacağız, yada çocuğun öbür yanağını da tokat atılsın diye biz mi çevireceğiz, yoksa tokat bize atılmışcasına ayağamı kalkacağız.
Hırsıza bir tokatta biz mi atacağız, yoksa hırsızın yanında yer alıp, atılan tokat hedefine varmasın diye vicdanın bileğinden mi yakalayacağız.
Bu mazlumların, kalan mallarını ve namusunu bu hırsızlara peşkeş mi çekeceğiz.
Yada çalınan malları geri alıp sahiplerine teslim mi edeceğiz.
Nasıl davranacağız?
Buradaki davranışımızı şekillendirecek olan, fıtratımıza hitap eden sesin kendisi olacaktır.
Peki, hangi sesi kabul edeceğiz?
Hangi sesi fıtratımız ile bir araya getireceğiz ve o ses bizim davranışlarımızı nasıl şekillendirecek.
Seçilen bu sesin, bizi iyiliğe mi kötülüğe mi götüreceğine nasıl emin olacağız.
Salat üzere olmamızı nasıl sağlayacağız.
Onbir yaşındaki çocuğa tokatı atarken, defolun gidin bu topraklardan derken, bu adamın ağzından çıkan bu sesler kimin sesi olarak ortalığa dökülüyor.
Topraklarının üzerine çöken hırsıza tokat atarken, defolun gidin bu topraklardan derken, bu gencin ağzından çıkan sesler kimin sesi olarak ortalığa dökülüyor.
Kalıp olarak aynı sesler, peki biz hangisine yöneleceğiz, hangisini sahipleneceğiz.
Düşünmeli ve karar vermeliyiz.
Ve karar verirken de vicdanımızın, yüreğimizin, fıtratımızın sesini dinlemeliyiz.
Kendimizi onbir yaşında rızkının peşinde koşan kızın ve toprakları işgal edilmiş ve çalınmış gencin yerine koyarak düşünelim.
Aynı şekilde onbir yaşında mazlum ve güçsüz çocuğa tokat atan ve mazlum bir toplumun topraklarını çalan işgalci hırsızın yerine koyarak düşünelim.
Düşünmekten korkmayalım.
Fıtratımızın ve vicdanımızın sesini dinleyelim, ona başvurmaktan korkmayalım.
Çünkü orda Rabbimizin sesi var, Ona ulaşmaktan korkmayalım.
Bu ses bizim nerde nasıl davranacağımızı, bizim için hayırlı olanın ne olduğunu mutlaka ve mutlaka yüreğimizin derinliklerine üfleyecektir.
Gelin vekil olarak Rabbimizin sesini seçelim, gelin onun elini tutarak onun istediği yöne doğru yürüyüşe geçelim.
Bu yürüyüşü gerçekleştirirken sadece ve sadece Rabbimizin sesine doğru yönelelim.
Onun sesinin önüne ve arkasına hiç bir sesi eklemeden, onun sesini kısmadan, eksiltmeden olağanca açıklığı ile O sese doğru koşar adım gidelim.
Çünkü o ses fıtratın, vicdanın, yüreğin ta kendisidir.
O sesinin önüne ve arkasına ses monte etmek isteyenleri elimizin tersi ile itelim, ısrarcı olanlara da sağlam bir tokat atalım.
Tokat yemektense, tokat atmaktan korkmayalım.
Öyle bir tokat atalım ki, attığımız bu tokat direk iblisin yüzene patlasın.
Ve iblis, kalkmamak üzere yere serilsin ve bir daha sesini çıkaramasın.
T.K