“NE KIBRIS BİZİM OLDU NE DE ÖLDÜK.” HAYIR, MESELE KIBRIS DEĞİL

Abone Ol

Bayrak yakmanın, Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin, meydanlarda kalabalık gruplar halinde toplanıp slogan atmanın dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmenin zamanı gelmedi mi?

Gerçek şu ki: ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor.

Varlığını “Soykırım mağduriyetine” borçlu olan İsrail, Gazze’de adeta bir soykırıma imza atıyor.

İsrailliler soydaşlarını yok eden Nazi zulmünün kopyasını ürettiler kendi ülkelerinde. Filistinlileri toplama kamplarına hapsedip duvarla çevirdiler. Ama tam da bu yüzden kendi ülkeleri dünyanın en büyük açık hava hapishanesi oldu. Milyonlarca Filistinli esir ve milyonlarca İsrailli, gardiyan-cellat rolünde. Ülkenin gençlerine vaat edebileceği tek meslek bu: gardiyan-cellat.

Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiretini de kaybetmiş olan İsrailliler Nazi zulmüne maruz kalan dedelerinden bile daha zavallı durumdalar.

70’li yıllarda benzer hadiseler bizim topraklarımızda yaşanıyordu, yakın tarihi bilenler hatırlar. Bugün Gazze için meydanlarda vicdanını rahatlatanlar o gün Kıbrıs için şöyle diyordu: “Ya Kıbrıs bizim olur ya da ölürüz!” Ne Kıbrıs onların oldu ne de öldüler. Aradan yıllar geçti. Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı 1974′te. İşgalci ülke durumuna düşen Türkiye’ye yıllar süren bir ambargo uygulandı. Dünyada hemen hemen hiçbir ülke KKTC’yi tanımadı. Ne Kıbrıs bizim oldu ne de öldük.

Kanlı bebek fotoğrafları üzerine yazılan sloganlarla Filistin kurtarılabilir mi?

Bebek katliamı dışında Filistin’de olup bitenlerle ilgileniyorlar mı bunu haykıranlar? Meselâ El Fetih-Hamas kavgasında da çocukların öldüğünü, bu çocuklardan birinin adının Vatan olduğunu ve Filistin’de bunu konu alan bir tiyatro oynandığını duydular mı?

“Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” sloganı, nasıl ki 40 bin vatan evladının şehadetine engel olamadıysa, bugün bu sloganlar da hiçbir şeye engel olamayacak.

Üstat Nuri Pakdil’in Filistin davasıyla bizim iddiasında bulunduğumuz Filistin davası arasında Amerika kadar büyük bir fark var.

Sloganlar, yürüyüşler, mitingler Filistin’i kurtarmaya yetmeyecek beyler! Filistin dışarıdan bir kurtarıcı beklemiyor.

Filistin, Mescid-i Aksa’nın: kollarını açıp “Gel” diyebileceği Müslümanları bekliyor.

Tam da bu yüzden, Görevini layıkıyla yerine getirmeyen bir memurun, işini doğru yapmayan bir gazetecinin, dürüst davranmayan bir esnafın Filistin’e desteğini açıklaması, bir adım daha uzaklaştırıyor Mescid-i Aksa’yı bizden.

Tezgahına en güzelini koyduğu meyveleri pazarlayıp, tezgâh altından çürüklerini poşete koyan pazarcının “İsrail’e ölüm” sloganı, biraz daha köreltiyor toplumsal direncimizi.

İstediği kirayı vermediği için gözünü kırpmadan kiracısını çocuklarıyla birlikte kapı önüne koymaktan çekinmeyecek ev sahiplerinin attığı sloganlar, Kudüs ile aramıza aşılamaz duvarlar örüyor!

Siyasi kaygı nedeniyle bir başkasının ayağını kaydıranların, sahip olduğu makamı kendi nefsi için kullananların Filistin davasına sahip çıkmalarına engel olmak, bu milletin Kudüs’e en büyük borcudur.

Kudüs, sloganlar atmak için meydanlara çıkılacak yer değil, onu hak etmek için kendi içimizden başlayıp “Yola Düşülecek” bir mabettir!

Kudüs mü bize gelir biz mi ona gideriz ben bilmem ama bulunduğumuz yerde, “Ben Kudüs’üm/Kudüs benim” şuuruyla yaşarsak Kudüs’e varacağız.

Bunu bilirim…